3 Eki 2007 13:17

‘Anayasaya göre devlet’ mi; ‘devlete göre anayasa’ mı?

TAHRAN,3 Ekim 2007 (MNA)--28 Şubat zorbalığı’nın tezgahlandığı günlerde, generallere telefon açıp, ‘Paşam, yarınki manşeti nasıl çekelim, emrinizi bekliyoruz!’ dediklerini, sonraları hem o dönemin ‘postalyalayıcısı’ olan nice gazeteciler bizzat itiraf ettiler, hem de yine o dönemin ‘alikıran/ başkesen’ edâlı, anlı-şanlı ve de ‘küçük dağları ben yarattım..’ havasıyla kurumundan geçilmeyen (Özkasnak misali) bazı generaller..

Toplumun bir kesimini ‘mahalle baskısı’ gibi tek taraflı ‘umacı’larla, ‘gulyabanîlerle korkutma çabaları’yla iyice tedirgin etmek için, günlerdir laik medyada yapılan yayınların böyle organize bir şekilde oluşunun arkasında yeni bir ‘28 Şubat zorbalığı’ heveslenişleri olmaya diye düşünenlere kimse dudak büküp geçemedi.. Konu, Amerika’dayken Başbakan’a sorulduğunda o da, ‘Bizim öyle bir derdimiz yok..’ diye nükte yapıp geçecekti, ama, sözünü ciddî bir temennî ile bağlamaktan da kendini alamadı; ‘Türkiye artık, darbelerle anılan bir ülke olmaktan çıkmıştır, çıkmalıdır..’ diyerek... Ve arkasından da, Gen. Kur. Başk. Büyükanıt, yeniden ve yine ve de asıl konuşması gereken ülke güvenliği ve savunma konularında değil; kendisine bir ‘devlet’ oluşturduğunu düşünen bir ordunun o ‘devlet’ini yitirmemek çırpınışlarını yansıtan bir edâ içinde konuştu.. Bazı çevreler de, ‘en üst komutan konuşmazsa, o zaman kurum içindeki rahatsızlık daha da artar. Ama, o konuşunca, ‘Bak, itirazlarımız dile getirildi..’ diye bir rahatlama sağlanabileceğinden dem vuruyorlar.. Bizdeki askerî bünyeye ârız olan gerilimlerin geçmişine bakıldığında, bu, tamamen geçersiz sayılamayabilir.. Hatırlayalım, ‘12 Mart 1971 Askerî Darbesi’nde Gen. Kur. Başk.lığını uhdesinde bulunduran Org. Tağmaç’ın, birtakım serzenişler karşısında, ‘N’apayım, altımı tutamıyordum..’ dediği hatırlanmalıdır.. Keza, Tağmaç’ın o zaman, ‘61 Anayasası’nın bizim sosyal bünyemize çok bol, geniş geldiği’nden yakınması da ilgi çekiciydi.. Şimdi benzer bir durum tekrar karşımıza çıkıyor denilemez mi? Çünkü, Büyükanıt, tekrarlana-tekrarlana artık iyice ‘yalama’ olan ‘laikliğe’ yeniden vurgu yapmakla yetinmedi, ondan daha da çok üzerinde durulması gereken bir eğilimini yansıttı ve ‘birey özgürlüğü’ adına ‘devlet’in budanmakta olduğu’ndan yakındı.. İşte burası çok önemli.. Çünkü, ordu, elindeki -devlet gücünü değil,- ‘devlet’i daha da güçlendirmekte görüyor.. Bunu tabiî de karşılamak gerekir.. Çünkü, hiçbir kişi ve kurum, kendi gücünün azalması veya zayıflamasını istemez.. Halbuki, yeni anayasa çalışmaları, anayasada birtakım değişiklikler yapmayı değil, yepyeni bir hukukî altyapı oluşturmayı hedefliyor ve devlet’in, birtakım güç odaklarının emrindeki daha güçlü bir tahakküm mekanizması olmasını ve onların yetkilerini arttırmayı değil; halkın emrindeki bir hizmet mekanizması olmasını öngören, kişi özgürlük ve haklarını esas alan bir zemin üzerinde yükseltilmeye çalışılıyor.. İşte bu noktada birileri, eline ve emrine devlet’in gireceğinin ümidini yeşertirken; bir başkaları da, elinden devlet’in çıkabileceğinin korkularına kapılıyor.. ‘Devlet’i olan bir ordu’ konumunda gözüken bir kurumun, ‘devletin emrinde bir ordu’ konumuna gelmeyi kabullenmesi zordur. Ama, halkımız da ülkesinde gerçekten ‘cumhûriyet’ rejimiyle yönetilecekse, ismi konulmamış bir yeni saltanat manzarası sergileyen ve 80 küsur yıllık varlığını hele de askerî darbelerle daha bir güçlendirerek sürdüren bugünkü oligarşik ve bürokratik mekanizmanın cenderesinden kurtulmaya mecburdur.. Yani, ‘Ordu -sadece gerekli olan maddî gücünü değil- ‘devlet’ini korumaya çalışırken; halk da kendisine tahakküm edecek değil, kendisine hizmetler sunmak için oluşturulan bir devlet’i arıyor.’ Bu noktada, gerçekten de halkın özgürlüğü ve devletin hizmetçiliği esas alınırsa, o zaman bundan ordu zararlı çıkmayacak ve dahası, o da güçlenecek; ülkeyi ve halkı daha iyi savunacaktır.. Ama, bugün bazı güç odakları, halkın olması gereken orduyu, halka ve ülkeye karşı bir ‘sivri mızrak’ halinde tutmaktan meded umuyor.. Bu çarpık anlayış ve yapılanma evet, değişmelidir.. İlginç olan şu ki, yeni anayasa üzerine tartışmalar yapılırken, kamuoyunu ‘mahalle baskısı’ veya ‘örtü’ konularına takılıp kalmış gibi bir görünümde tutmaya çalışan da laik medya idi ve konuyu evirip çevirip, ‘İslâmî örtü’ meselesine getiriyordu. Ama, ‘anayasada örtü mes’elesinin yeralması komiktir, kabul edilemez..’ diyen de yine aynı medya.. Hattâ bazıları, yeni bir anayasa yapılması çabasının, sırf ‘başörtüsü mes’elesini halletmek için’ gündeme getirildiğini bile söylüyorlar.. Bazıları ise, konunun bir kanunî düzenlemeyle yapılabileceğini.. Biz yıllardır, ‘Anayasa değiştirilmeden, Anayasa Mahkemesi’nin yetkileri yeniden belirlenmeden ve bu mahkemenin geçmişte, kendisini Meclis’in yerine koyarak, kanunlara kanun gücünde yorumlar yapmak yoluyla getirmiş olduğu hükümler-hukuk diliyle -‘ictihad’lar değiştirilmeden o konunun halledilemeyeceğini’ hatırlattık. YÖK Başkanı Teziç ve (S. Kanadoğlu, A. N. Sezer vs..) emsali laik hukukçular da, ‘Anayasa değişikliğinin hukukî temelinin olmadığını, Anayasa değiştirilse bile, Anayasa Mahk.’nin 1989-90’larda aldığı ‘ictihad’ kararlarının asla değiştirilemeyeceğini’ iddia ediyordu.. Yani, âmiyâne deyimle, ‘dediğim dedik, çaldığım düdük...’ tekerlemesi misali, ‘Almışız bir kez bir oldu-bitti kararı, artık geri dönüş olamaz..’ havasında, bir ‘hukuk-guguk anlayışı’ geliştirmeye çalışıyorlardı. Ve Başbakan Erdoğan’dan haklı olarak, ‘bizim anayasa değişikliği çabalarımızın kanûnî -hukukî temelinin olmadığını söyleyenlere hatırlatalım ki, biz yeni bir anayasa yaparak, yeni bir hukuk temeli oluşturmaya çalışıyoruz.. Yeni bir anayasanın, başka bir hukukî temele ihtiyacı yok!’ cevabını alıyordu.. İlginçtir ki, Anayasa Mahk. Başkan Vekili Hâşim Kılıç da, dün yaptığı açıklamada, bu konuya paralel bir mentalite ile yaklaşıyor ve ‘Anayasa Mahkemesi, karar ve ictihadlarını, mevcud anayasa ve kanunlara göre oluşturur.. Bu hukukî temel ortadan kalkar, yeni bir hukukî temel oluşursa, o zaman, tabiatiyle o ictihad’lar da kalkar..’ diyordu, özetle.. Böyle bir zaman diliminde, anayasa tartışmalarına, Gen. Kur. Başkanı Gen. Büyükanıt’ın da katılması, dayatmacı hukukçuların mantıkî dayanaklarının tükendiğinin ilâmıdır, başka değil! Çare, ‘egemen’lerin istediği gibi değil, halkın istediği gibi bir devlet mekanizması kurmaktır! S.E.Çakırgil
News ID 562819

yorumunuz

You are replying to: .
  • captcha